Spiritüel bir koç, girişimci ve yoga öğretmeni olarak, spiritüellik ve bilim arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışıyorum. İnanıyorum ki, her ikisi de aynı anda var olabilir ve birbirini tamamlar. Bunu söylerken, bilimi bir taraf, spiritüellik ise diğer taraf olarak görmek yerine, ikisinin de bir bütünün parçası olduğunu göz önünde bulunduruyorum.Bence spiritüellik ve bilim arasında bir çelişki yok!
Bilim, dünya ve evrenimizdeki fenomenleri anlamamıza yardımcı olan bir disiplindir. Spiritüellik ise içsel deneyimlerimizle ilgilidir ve insanların hayatlarındaki anlam ve amaç arayışına odaklanır.
Bu iki alan arasında birçok ortak nokta vardır. Örneğin, bilim insanları, evrende bir düzen ve amaç olduğunu keşfetmişlerdir. Bu da, birçok spiritüel inancın temelini oluşturur. Benzer şekilde, spiritüel öğretiler, zihnin ve bedenin birbirine bağlı olduğunu ve bu bağlantının fiziksel sağlık üzerinde etkisi olduğunu söylerler. Bu fikirler, bilimin çalışmalarıyla desteklenmektedir.
Ancak, bu iki alan arasındaki farklılıklar da vardır. Bilim, veriler ve kanıtlar kullanırken, spiritüellik içsel deneyimlere dayanır.
Her ikisi de spiritüel bir bakış açısına sahip biri olarak benim için önemli ve birlikte çalıştıklarında, bize daha kapsamlı bir bakış açısı sunabileceklerine inanıyorum.Spiritüel ritüelleri ve uygulamaları her zaman bilimsel kanıtlarla desteklemek için yoğun çaba göstermiyorum.
Hatta spiritüel uygulamaları bilimsel olarak açıklamaya çalışmayı (bilimsel kanıtlarla desteklemek değil) elmalarla armutları toplamak gibi olduğunu düşünüyorum:) Neden böyle düşündüğüme gelmeden önce Bilim ve Spiritüellik arasındaki ilişkiyi bilim adamları nasıl ele alıyor ona biraz bakalım;
Albert Einstein, bilim ve spiritüellik arasındaki bu ilişkiyi anlayan bir bilim adamıydı. O, "Tanrı'nın duygusal bir varlık olarak değil, doğanın yasalarının bir ifadesi olarak anlaşılması gerektiğini" söyledi. Bu sözler, hem bilim hem de spiritüellik açısından önemli bir mesajı ifade ediyor.
Yine bilim insanı Carl Sagan, bilimin bir spiritüellik kaynağı olduğuna inanıyordu.
Sagan, bilimin insana mütevazi bir bakış açısı kazandırdığını da düşünüyordu. Bilim, insanın dünya ve evrende ne kadar küçük olduğunu ve insanın yerinin ne olduğunu anlamasına yardımcı olur. Bu anlayışın, insanları birbirleriyle daha uyumlu ve sevgi dolu hale getirebileceği inancındaydı.
Sonuç olarak, Sagan'ın inancına göre, bilim insanların doğanın sırlarını keşfetmelerine ve insanların evren hakkındaki bakış açılarını genişletmelerine yardımcı olurken, aynı zamanda insanlara bir spiritüellik kaynağı da sağlayabilirdi.
Görüldüğü üzere bilim mi spiritüellik mi artık tartışması çok da anlamlı olmayan bir soru gibi gözüküyor.
Her ikisi de birbirinden kaynak bulabilirken asıl ve en çok karşılaşılan soru işareti muhtemelen spiritüel bir çok fenomenin bilimde karşılığının olmayışı!
Haydi bu fenomenlerden en çok bilinenlerinden birine bakalım;
Çakralar, spiritüel bir konu olarak kabul edilir ve doğrudan bilimsel araştırmaların konusu değildir. Bununla birlikte, bazı fizyolojik ve nörolojik süreçler, çakraların varlığı ve etkileri hakkındaki inançları destekleyebilir.
Örneğin, yoga ve meditasyon gibi uygulamaların, stres azaltma, zihin-beden bağlantısını güçlendirme ve ruhsal sağlığı destekleme gibi birçok faydası olduğu bilinmektedir. Bu uygulamalar, çakraların varlığı ve enerji akışının dengelenmesi üzerindeki etkileri hakkındaki inançları destekleyebilir.
Ayrıca, bazı araştırmalar, vücudun çeşitli noktalarındaki sinir uçlarının, çakraların konumlarına karşılık geldiğini ve bu bölgelerin nörolojik aktivitesinin, fiziksel ve duygusal sağlık üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Bu, çakraların belirli fizyolojik süreçlerle bağlantılı olabileceği fikrini destekleyebilir.
Ancak, çakraların varlığı ve etkileri hakkında bilimsel kanıtlar henüz yeterli değildir ve bu konuda farklı görüşler mevcuttur. Bu nedenle, çakralar hakkında yapılan açıklamaların tamamının “günümüz şartlarında” bilimsel olarak kanıtlanmış olduğunu söylemek mümkün değildir.
Duyguların fiziksel bedenimizi etkileyebileceği fikri, tarih boyunca birçok kültürde ve felsefi doktrinde tartışılmıştır. Ancak, bilimsel olarak duyguların fiziksel bedenimizi etkileyeceği keşfi yapmak için modern tıbbi araştırmalara ihtiyaç vardı.
Bu keşif, 20. yüzyılın başlarında Amerikalı psikolog William James tarafından yapılan duygusal deneylerle başladı. James, duyguların sadece zihinsel deneyimler olmadığını, aynı zamanda bedenimizi de etkilediğini gösterdi. Bu araştırma, duyguların bedenimizde fiziksel olarak değişikliklere neden olduğu fikrini bilimsel olarak destekledi.Bu tarihten önce belkide Spiritüel olarak sıklıkla etkilerinden bahsedilen kederin bizi hasta ettiği düşüncesi de bir çok açıdan saçma bulunacaktı.
Daha sonra, 1920'lerde Rus fizyolog Ivan Pavlov, hayvanların koşullandırılması deneyleri sırasında, duygusal uyarıların salgı bezleri ve kalp hızı gibi fiziksel süreçleri nasıl etkilediğini gösterdi. Bu çalışma, duygusal durumların bedenimizi nasıl etkilediği konusunda daha fazla anlayış sağladı.
1950'lerde, ABD'deki ilk stres araştırmaları başlatıldı ve stresin insan bedeni üzerindeki etkileri üzerine yapılan çalışmalar arttı. Bu çalışmalar, stresin kalp krizleri, yüksek tansiyon ve diğer sağlık sorunlarına neden olabileceğini gösterdi. Bu da, duygusal durumların bedenimizi nasıl etkilediği konusunda daha fazla kanıt sağladı.
Yine aynı tarihlerde çakraların insanın farklı kılıflarının (zihin, beden, duygular, varoluş vb.) arasında transmitter benzeri bir görev görebileceğinin konuşulması kimi çevrelerce kabul görmeyecekti.
Bugün, psikonevroimmünoloji adı verilen bir disiplin, duygusal durumların, nörolojik, hormonal ve bağışıklık sistemleri dahil olmak üzere vücudumuzun birçok sistemini nasıl etkilediğini araştırmaktadır. Bu çalışmalar, duygusal durumların bedenimizdeki fiziksel süreçlere nasıl etki ettiği konusunda daha fazla anlayış sağlamıştır.
Shang, çakraların ve akupunktur meridyenlerinin nasıl benzer fenomenlerin tanımları olduğunu yazdı:
“Meridyen sisteminin ve çakra sisteminin, sırasıyla bu iki gelenekten evrimleşen enerji veya sinyal akışı yolları olarak tanımlanması ve kullanılması… Organizasyon merkezlerinin aktivasyonu, yara iyileşmesinde ve stres tepkisinde uygun biçim ve işlevin restorasyonunda yer alacaktır. . ”
Başka bir bilim adamı, Shamini Jain, çakraları ve biyoalanları araştırmayı ve bunları tıbba kazandırmayı savunuyor. Ona göre;
Birçok ruhani öğretmen ve bilgin, çakralarda hissedilen süptil enerjilerdeki değişimlerin hormonları etkilediğini öne sürüyor ve çakraların konumunun ana endokrin bezlerinin konumuna karşılık geldiğine dikkat çekiyor. Bu öğretmenler ve bilginler aynı zamanda nadilerdeki süptil enerjinin hareketinin ve akışının lenf ve sinir sistemi faaliyetleriyle ilgili olduğunu da öne sürüyorlar.
Ve Shamini Jain bilinç ve beden arasında bir bağlantı noktası olarak çakraların şifadaki değerini oldukça iyi özetliyor;
“Kadim geleneklerdeki süptil bedenlerin tanımları, sıradan bilincimizin -düşüncelerimize, sözlerimize ve eylemlerimize kadar- zihinsel, duygusal ve fiziksel varlık durumlarımızı nasıl etkilediğini anlamamıza yardımcı olur. Aynı zamanda, insanların yaşamsal güçlerini kullanarak birbirlerinde iyileşme sağlama yetenekleri de dahil olmak üzere olağanüstü bilinç durumlarını açıklamaya yardımcı olurlar. Hayati enerji bedeni, bedensel yaşam gücü enerjisinin (prana) hareket ettiği yerdir ve fiziksel ve zihinsel esenlik üzerinde etkileri vardır.
Çakraları New Age saçmalıkları olarak bir kenara atmak yerine, onlara daha fazla ilgi göstermeliyiz. Çakraların potansiyel biliminin yanı sıra yogiler (çakraların kolektif bilinçdışı yönü) tarafından tasvir edilen mitoloji hakkında daha büyük bir anlayış geliştirmenin sağlık ve şifa alanında bir devrimi ateşleyeceğine inanıyorum.”
Çakralar da, spiritüel bir inanç sistemiyle bağlantılıdır. Çakralar, vücudumuzdaki enerji merkezleri olarak tanımlanır ve spiritüel olarak, vücudumuzdaki bu enerji merkezleri aracılığıyla evrenle bağlantı kurarız. Ancak, bu enerji merkezlerinin varlığı bilimsel olarak kanıtlanmamıştır. Bu noktada, bilimsel sorgulamanın önemi daha da artar. Bilim, bu enerji merkezlerinin varlığını ya da yokluğunu kanıtlamak için araştırmalar yürütebilir ve bu konuda daha fazla bilgi edinebiliriz ancak her zaman bilimde karşılık bulmayan şeyler kesin yok olduğu söylenemez.
Wikipedia da Mikroorganizmalar hakkında bu kısım da oldukça dikkat çekici;
“Mikroskobun 1590 yılında bulunmasından 16 asır önce, Romada yaşamış olan Marcus Terentius Varro (M.Ö. 116-27), bataklık çevresine yerleşenleri uyarmak için "Buralarda havada süzülerek ağızdan ve burundan vücuda giren ve böylece ciddi hastalıklara sebep olan, gözle göremediğimiz çok küçük hayvanlar ürüyor" diyerek mikroorganizmaların varlığına işaret etmiştir.[7]İslam medeniyetinin altın çağında yaşamış bilim insanları da mikroorganizmaların varlıkları hakkında hipotezler öne sürmüşlerdir. İbn-i Sina'nın El-Kanun fi't-Tıb kitabı, uyuz akarlarını keşfeden İbn-i Zühr ve El-Hâvi kitabında çiçek hastalığının bilinen en eski tanımlamasını yapan Râzî başlıca örneklerdir."Microbiology in Islam". Diwanalarab.com. 13 Aralık 2013 tarihinde kaynağından arşivlendi. Osmanlı Sultanı II. Mehmed'in hocası Akşemseddin de, "Hastalık insandan insana veya topraktan insana gözle görülemeyen canlı tohumlar vasıtasıyla iletilir." demiştir.
1676 yılında, Antonie van Leeuwenhoek, kendi dizayn ettiği tek lensli bir mikroskopla observed bakterileri ve diğer mikroorganizmaları gözlemlemiştir.
Yani o tarihten önce mikroorganizmalar çakralar kadar belirsizdi!
Belki de Spiritüel bir çok konuyu bilimsel olarak ifade etmemiz için Türker Kılıç’ın da dediği gibi
Yeni bir matematiğe ihtiyacımız var!
Sonuç olarak;
Bilim ve spiritüellik arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışırken, her iki yaklaşımın da önemli olduğunu kabul ediyorum. Bilim, bize evrenimizi anlamak için araçlar sağlar, spiritüellik ise kendimizi tanımak için içsel bir yolculuk sunar. İkisi birlikte çalıştığında, bize daha kapsamlı bir bakış açısı sunabilirler ve daha sağlıklı bir hayat yaşamamıza yardımcı olabilir.Yogave çakralar gibi uygulamalar da bu ilişkinin bir parçasıdır ve hem zihinsel hem de bedensel faydalar sağlar. Bu nedenle, her iki yaklaşımı da benimseyerek, hem fiziksel hem de spiritüel olarak daha iyi bir hayat yaşayabiliriz.
Eğitmen Hakkında
Çağla Yılmaz Bayar
8 yıl meslek deneyimi
Spirituel Koç
Yorum Yaz